Tam beş yıl sene önce Venedik Film Festivali’nde “Joker”i izlediğimde, sinemaya yansıyan Joaquin Phoenix’in karakter canlandırmadaki ustalığı beni adeta büyülemişti. Christopher Nolan imzalı Kara Şövalye’de (The Dark Knight) Joker’i canlandıran Heath Ledger ölümü sonrası ‘bu rolün canlandırma serüveni bitti’ diyerek bir yanılgıya düştüğümü anlamıştım. Bu filmde beni tetikleyen şey, filmin doruk noktasıydı; Joaquin Phoenix’in canlandırdığı Arthur Fleck, artık neredeyse tam bir Joker’di ve geveze şovmen Murray Franklin’in (Robert De Niro) sunduğu bir gece yarısı talk show’unda göründü. Franklin’in amacı palyaço makyajlı adamla televizyonda alay etmekti. Ancak son gülen Arthur oldu: Bir silah çıkardı ve canlı televizyonda Franklin’in beynini patlattı.
Yukarıda bahsettiğim bu hikaye, 1987 yılında Pennsylvania’daki siyasi figür R. Budd Dwyer’ın canlı yayında intihar etmesinden yola çıkılarak oluşturulduğu için, Joker kavramının hayattaki gerçekliliğini, kendi iç sesimizdeki bakış açımızdan keşfettim. Gerçek hayattaki olay ile yönetmen Todd Philips’in sahnelediği şey arasındaki benzerlikler tesadüf olamayacak kadar özel. Phillips ve Phoenix’in (De Niro’nun) yaptıklarının fırsatçı bir nihilist hamle olduğunu düşündüm. Günümüzde ana akım filmlerde ‘karanlık’ sadece başka bir tat. ‘Cesur’ kavramı gibi, ulaşmak istediğiniz pazara bağlı olarak kullandığınız bir seçenek. Ve özellikle çizgi roman türüne enjekte edildiğinde çok kullanışlı bir seçenek.
İlk film gibi Todd Phillips tarafından yazılmış ve yönetilmiş Joker’in devamı olan “Joker: Folie a Deux” filmine bakalım. Filme giderken araştırdığımda karşıma çıktı; bu bir müzikal. Neyse ki Phillips şarkıları yazmamış. Bu büyük ölçüde geçmiş zaman müzikali, The Great American Songbook’tan (“Bewitched, Bothered, and Bewildered”) ve 60’ların uluslararası popundan (“To Love Somebody,” Bee Gees tarafından başlatılmış ve Janis Joplin tarafından daha da popüler hale getirilmiş) ve daha fazlasından seçilmiş parçalar içeriyor. Fakat filmin müzikleri nedense tanıtım için hiç mi hiç kullanılmamış.
İkinci “Joker” filminin bir müzikal olmasının nihai noktasını değerlendirmeden önce, gerekçesinin çok sağlam olduğunu kabul etmeliyiz. Yani, burada kendisi ile “Joker” arasında ciddi bir ayrım yapan Arthur Fleck, çarpık hayal gücüyle varlığını bir tür gösterinin içindeymiş gibi hayal edebilen derinden rahatsız bir birey. Yani, film ekibi bunu bir müzikal olarak çerçeveleyerek karaktere karşı iyi niyetli davrandıklarını kabul edebiliriz. Film, psikolojik ve estetik olarak tutarsız bir algıya sahip. Müzikallerin doğası gereği insanları ikircikli duyguların içinde bırakabilir. Yani bir hayalle gerçeği aynı potada eritip, insanları çift yönlü duyguya yönlendirebilir. Bu açıdan ortadaki yapımı yumuşatan bir durumla karşı karşıyayız. Yani herkesin kafasındaki Joker konu içinde farklılaşıyor.
Size sürekli hatırlattığı gibi, hikaye “Joker”ı sonlandıran iğrenç cinayetin hemen sonrasında gerçekleşir. Arthur/Joker, Arkham’ın karanlık, şeytani değirmen benzeri akıl hastanelerinden birinde esaret altındadır ve bir ziyaretçiyi görmek için yaptığı yürüyüşlerden birinde, açık bir odada şarkı söyleyen genç bir kadın dikkatini çeker. Bu Lady Gaga’nın canlandırdığı Lee Quinzel karakteridir ve ikisi kısa süre sonra Arthur’un yargılanmasından önce esaretin izin verdiği kadar birbirlerini görmek için komplo kurarlar. Lee’ye davada seyirci olarak katılmak üzere gizemli bir şekilde aniden vatandaş statüsü verilir. (Bu tamamen güvenilir olmasa da yeterince açıklanmıştır.) Arthur, Joker makyajı içinde olmadığında sırıtkan ve asık suratlıdır, ancak emin olun, şarkı fantezilerinde veya yargılanmanın gerçekliğinde bolca makyaj yapar. Ve sonra, “Joker” olarak karşımıza dikilir.
Yargılama ve romantizm, bu görünüşte filmin temel taşlarıdır. Joker’in bu narin hikayesi Phillips’in, tür açısından yeniden düzenlenmiş olsa da ilk “Joker” filminde sunduğu aynı nihilist saçmalığa tekabül ediyor. Karakterin bir popüler kültür fenomeni ve gerçekten de kurgusal olduğunu anlıyorum, ancak tam olarak filmin bize anlattığı gerçek, içinde yaşadığımız dünya hasta ve sonuna kadar çarpık!
Filmin, çekebileceği izleyici kitlesine karşı kayıtsızlığı dışında olumlu konuşabileceğim tek yönü performansı. Hem Lady Gaga hem de Phoenix karakterizasyonlarına ve etkileşimlerine açıkça çok emek vermişler. Örneğin, şarkı söylerken kullandıkları farklı performans modları, kendi “gerçek hayatlarında” düşük profilli ve hataya açık iken, paylaştıkları rüyalarda tam anlamıyla profesyonel kalitede haykırıyorlar. Gaga film boyunca iyi bir performans sergilerken, Phoenix’in virtüözlüğü sonunda narsistik bir gösterişçiliğe dönüşüyor (Joker’ in dansı yoga öncesi esneme hareketleri yapıyormuş gibi görünüyor). Fakat yine de karşımızda kendisine has duruşuyla bir virtüözlük yaratan sıra dışı bir oyuncu var. Scott Silver ve Todd Philips ikilisinin senaryosu, sürrealist düzlemde Joker’ i seyircinin kalbinde aklayan bir konu bütünlüğüne dönüşmüş. Hayalle gerçek arasında sıkışıp kalan duyguların patlaması olan Joker: Folie à Deux (Joker: İki Delilik), bir önceki filmin başarısının yanından dahi geçmiyor. Basit senaryo, Todd Philips’ in sıradan yönetimi, karakterlerin senaryo içindeki uyumsuzluğu filmin en büyük çıkmazı. İKSV Filmekimi 2024’ ün böylesi bir filmle açılması tamamen yanlış bir tercih.
Film 4 ekim itibariyle sinemalarda seyircisi karşısına geçecek.
yasam.kaya@gmail.com
