1980 doğumlu İngiliz oyun yazarı ve yönetmeni Duncan Macmillan’ın kaleme aldığı ve son yıllarda modern tiyatronun en çarpıcı metinlerinden biri olarak öne çıkan İnsanlar, Mekanlar, Nesneler, Zorlu PSM’de izleyiciyle buluşmaya devam ediyor. Yönetmenliğini İbrahim Çiçek’in üstlendiği bu yapım, seyirciyi yalnızca bir bağımlılık öyküsüne değil, aynı zamanda tiyatronun doğası ve insanın kimlik arayışı üzerine derin bir sorgulamaya davet ediyor. Oyunda başrolde Merve Dizdar yer alırken ekibin diğer isimleri Nihal Koldaş, Selçuk Borak, Kerem Arslanoğlu, İsmet Bora Akın ve Ferhat Güneş isimlerinden oluşmuş.
National Theatre’da ilk sahnesinden sonra, 2015 Laurence Olivier olmak üzere ödül üzerine ödül kazanarak yoluna devam eden ‘People, Places and Things’ bağımlılık üzerine yazılan çarpıcı psikolojik bir metin. Bağımlılık nedir? Sorusunun cevabını oyunun içinde oyun izleyerek anlıyorsunuz. İnsana, mekana, nesneye bağımlılık hayatımızı ne derece olumsuz etkiler? Modern yaşamın önümüze koyduğu bağımlılık olgusu, aslında insanın şu anda kendisini gerçekleştirdiği en büyük mücadele! Emma (Merve Dizdar) üzerinden ilerleyen bağımlılık hikayesi, İbrahim Çiçek’ in çevirisini yaptığı metne kattıklarıyla inanılmaz bir noktaya uzanıyor.
Oyun Sinematografik Tiyatro’ nun eşsiz görüntüleri eşliğinde başlıyor. Kendinizi bir film karesinde hissettiğiniz sahneler içinde, karakterin yaşamına hızlı bir giriş yapıyorsunuz. Çehov’ un Martı’sından rehabilitasyon merkezine giderken, Nina ve Sarah üzerinden karakterin kendi gerçeğini arama öyküsü yüzümüze tokat gibi iniyor. Aslında bu hepimizin var olma öyküsü. Hangi karakterin izdüşümünü yaşıyoruz yaşamın içinde? Ya da kaç karaktere bölünüyoruz içimizde?
Oyun, başarılı bir oyuncunun rehabilitasyon merkezindeki iyileşme sürecine odaklanıyor. Yönetmen, yazarın ne anlatmak istediğini öylesine nokta atışı görmüş ki; mesela sahnede neyin gerçek neyin yalan olduğunu son sahneye kadar beynimizde tartışıyoruz. Ana karakterin sahnede bir yandan kim olduğunu anlamaya çalışırken, diğer yandan gerçek ile kurgu arasındaki çizgiyi sık sık bulanıklaştıran bir karakterle uğraşıyoruz. Bu anlamda oyun, seyirciyi yalnızca izleyici konumunda bırakmıyor; bizleri de bu bulanıklığın içine çekiyor, kendi algılarımızla yüzleştiriyor. Bazen klonlanıp birkaç Emma, Nina ya da Sarah karşımıza çıkarken, kadının yaşamındaki kaosu aktaran enteresan psikolojik noktalara ulaşıyoruz.
Başroldeki oyuncu Merve Dizdar’ ın performansı oyunun taşıyıcı kolonunu oluşturuyor. Zorlu bir metinle baş başa kalan oyuncu, karakterin iç çatışmalarını öylesine samimi ve kırılgan bir şekilde yansıtıyor ki, izleyici salonun karanlığında zaman zaman nefesini tutuyor. Özellikle terapi seansları sahnelerinde verilen doğrudanlık, karakterin savunmasızlığıyla birleşince oldukça vurucu anlar ortaya çıkıyor. Anne baba yüzleşmesi, akabinde kendi çizgisini bulan kadın, modern bağımlılık olgusunun çatışması içinde son bölümler insanı derin bir düşüncenin içine çekiyor. Merve Dizdar, muhteşem bir karakter oyuncusu. Sahnede karakter çözmedeki başarısı tek kelime ile mükemmel! Oyundaki performansına hayran kaldım. Nihal Koldaş (Terapist), Selçuk Borak (Paul), Kerem Arslanoğlu, İsmet Bora Akın, Ferhat Güneş, ana karakterle sağlam bağ kurarak oyunun kalitesini üst çıtaya taşıyorlar.
Sahne tasarımı minimalist ama işlevsel; mekan değişimleri sahnede fiziksel değil, duygusal olarak yaşanıyor. Rehabilitasyon merkezi, tiyatro sahnesi ve zihinsel boşluklar iç içe geçiyor. Işık tasarımı ise bu geçişleri destekleyerek atmosferi katmanlı hale getiriyor. Özellikle bazı monologlarda ışığın kullanımı, karakterin zihinsel iniş çıkışlarını sembolize eder nitelikteydi.
Oyunun metni zaman zaman seyirciyi zorlayabilecek yoğunlukta, ancak yönetmenlik ve oyunculuk sayesinde bu yoğunluk kontrollü bir şekilde aktarılmış. Oyunun sonlarına doğru gerçeklik duygusunun tamamen yerle bir olduğu sahnelerde dahi, anlatı gücünü kaybetmiyor. “İnsanlar, Mekanlar ve Nesneler”, bağımlılık, kimlik ve tiyatronun kendisi üzerine düşündüren; hem duygusal hem entelektüel düzeyde izleyiciyi sarsan bir yapım. Zorlu PSM’de sahnelenen bu versiyon ise, metne sadık kalırken kendi yorumunu da cesurca ortaya koyan, güçlü bir tiyatro deneyimi sunuyor. Bunu yaparken İbrahim Çiçek’ in yönetim alanındaki dahiyane çalışmasına tanık olduk. Aslında yazdığım tüm bu övgülerin kaynağı yönetmenin ta kendisi!
Son olarak, bu oyun klasik bir anlatının ötesinde, tiyatronun “oyun” olma halini sorgulatan bir yüzleşme metni. Sahici performanslar, etkileyici rejisi ve metnin gücüyle birleşince, sezonun mutlaka izlenmesi gereken yapımlarından biri haline geliyor. Tiyatro, insanı olduğu gibi görmekten çok, onun neye dönüşebileceğini gösterdiğinde etkileyici olur — İnsanlar, Mekanlar ve Nesneler tam da bunu başarıyor.
yasam.kaya@gmail.com



