AŞAĞIDAKİ PENCERE (2025): Sansürün Alt Katlarından Yükselen Bir Çığlık” / YAŞAM KAYA

29.stanbul Tiyatro Festivali’nin tozlu perdeleri arasında, ParibuArt sahnesinde prömiyer yapan Temsili Sahne’nin yeni oyunu Aşağıdaki Pencere, Alis Çalışkan’ın kaleminden dökülen bir metaforlar labirenti olarak karşımıza çıkıyor. Tek kişilik bir performansla, yönetmen İlyas Özçakır’ın sadeliği kucaklayan dokunuşuyla sahneye taşınan bu oyun, festivalin “Bu İşte Bir Kadın Var” temasına cuk diye oturmuş. Yaklaşık yetmiş dakika süren tek perdede, izleyiciyi bir bodrum katının rutubetli havasına hapsederek, yaratıcılığın ve direnişin ne kadar kırılgan olabileceğini hatırlatıyor. Bu, sadece bir tiyatro metni değil; günümüz Türkiye’sinde kelimelerin susturulduğu bir manifesto gibi işliyor sahne.

Oyunun kalbi, Ferda adlı genç bir yazarın etrafında atıyor. Çocukluk hayalleriyle yoğrulmuş bu kadın, reklam ajanslarının editörlük zincirlerinden kurtulup kendi oyununu yazmaya kalkıyor. Ama işler karışıyor: Yazdığı karakter, Feza –o özgür ruhlu, haksızlıklara kafa tutan feminist figür– ansızın canlanıyor ve Ferda’nın sansür çabasını boşa çıkarıyor. Bodrum katında, pencereden sızan sokak ışıklarının altında, Ferda giderek Feza’ya dönüşürken, biz izleyiciler de kendi içimizdeki ikilemleri sorgulamaya başlıyoruz. “Ya biri kestik derse?” diye fısıldayan metin, o korkuyu öyle ustaca dokuyor ki, alkışlar arasında bile bir tedirginlik kalıyor havada.

Gül Doğa Selvi’nin performansı, oyunun en parlak yıldızı –hatta tek yıldızı– ve festivalin kadın odaklı ruhunu somutlaştırıyor. Selvi, Ferda’nın yalnızlığını öyle içten bir kırılganlıkla taşıyor ki, sahnedeki her jesti bir itiraf gibi geliyor. Çocukluk masallarından lise defterlerindeki coşkuya, oradan günümüzün pahalılık baskısına uzanan monologlarında, ses tonu bir an öfkeyle yükseliyor, bir an fısıltıya inerek kalp atışlarını duyuruyor. Feza’nın “cin fikirli” isyanlarını canlandırırken, beden diliyle bir kukla tiyatrosu havası yaratıyor; sanki karakter kendi ipini çekiyor, Ferda’yı sürükleyerek. Bu dönüşüm sahneleri, Selvi’nin fiziksel enerjisiyle öyle doğal akıyor ki, izleyiciyi de o gerilimin içine çekiyor. Tek başına sahneyi doldurmak kolay iş değil, ama Selvi bunu bir zaferle yapıyor –yalnızlık hissi, kolektif bir öfkeye evriliyor onun sayesinde.

Sahneleme açısından, Hilal Polat’ın dekor ve kostüm tasarımı minimalist bir ustalık örneği. Bodrum katının boş odası, rutubetli duvarlar ve o meşhur pencere –sokaktan sızan adımların gölgesini yansıtan– oyunun metaforik omurgasını oluşturuyor. Utku Kara’nın ışık tasarımı, elektrik kesintisi sahnelerinde adeta nefesimizi tutturuyor; karanlıkta parlayan bir lamba, sansürün gölgesini somutlaştırıyor. Nadir Kaya’nın ses ve müzik dokunuşları ise arka planda bir nabız gibi atıyor, metni boğmadan zenginleştiriyor. Video kurgusu ve hareket danışmanlığı gibi unsurlar, oyunu modern bir ritme kavuşturuyor, ama bazen o sadelik, derinlik arayan izleyiciyi yüzeyde bırakıyor gibi –daha fazla görsel katman, Feza’nın isyanını daha patlayıcı kılabilirdi. Yine de, bu ekonomi festival ruhuna yakışıyor: Azla çok söylemek.

Temelinde, Aşağıdaki Pencere sansürün ve patriyarkal baskının kadın yaratıcılığını nasıl zehirlediğini sorguluyor. Ferda’nın Feza’yı “makbul” hale getirme çabası, sadece bireysel bir iç hesaplaşma değil; Türkiye’de tiyatro yazarlarının, gazetecilerin, her kelime işçisinin yaşadığı bir gerçeklik. Oyun, ekonomik sömürüden mobbing’e, tacizden geleceksizliğe uzanan bir yelpazede feminist bir direniş çizgisi çekiyor. Seramik su testisi gibi imgelerle alt katların zindanlığını betimlerken, “böyle yaşamak zorunda değiliz” diye haykırıyor –ama bu haykırış, bireysel kurtuluşta değil, dayanışmada kök salıyor. Güncel olaylara göz kırpan metin, izleyiciyi pasif bir seyirci olmaktan çıkarıp, kendi penceresinden bakmaya zorluyor. Bu yoğunluk bazen nefes aldırmıyor; duygusal yük o kadar ağır ki, oyundan çıkınca bir süre sersemliyor insan. Derinlik artsa, belki daha katmanlı bir tartışma doğardı, ama tam da bu hamlığı, oyunu taze kılıyor.

Sonuçta, Aşağıdaki Pencere festivalin en vurucu prömiyerlerinden biri: Bir bodrum katından yükselen ses, İstanbul’un gürültüsünde yankılanıyor. Eğer yaratıcılığın susturulduğu bir dünyada nefes almak istiyorsanız, bu oyunu kaçırmayın –Ferda gibi, Feza olmayı öğrenmek için. Alkışlar, sadece sahnedekilere değil, her susturulmuş kadına gidiyor.

yasam.kaya@gmail.com