ORUÇ ARUOBA: “Türkiye’nin Kaybettiği Nietzsche’si” / YAŞAM KAYA

Ölümünün 3. yılında, saygıyla…

Türkiye’ nin aydınlanma devriminde kendisine has üslubuyla belirlediği akımıyla çağdaş felsefenin önemli görünürlerinden olan felsefeci Oruç Aruoba, Japon edebiyatı kökenli bir şiir türü olan haiku’nun, Türk edebiyatındaki temsilcilerinden de biri olarak kabul edilir. Psikoloji bölümünde okuduktan sonra, bu bölüme pek ilgisi olmadığını anlayan Aruoba, Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlayıp, Türkiye’nin en büyük düşünürlerinden ve çevirmenlerinden birisi haline gelmiştir. Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın kurulu üyeliği ve yayın danışmanlığı yaptı. Birçok dergide yazı ve çevirileri yayınlanan yazar, Nietzsche’nin “Antichrist” eserini de Almanca’dan Türkçe’ye kazandırdı. Bunun yanında Türkiye, Wittgenstein’ı büyük bir çoğunlukla çevirmen, yazar, şair ve felsefeci Oruç Aruoba vasıtasıyla tanımıştır. Çünkü Wittgenstein’in tek eseri  ‘’Tractatus Logico-Philosophicus’’ (YKY, 1996) Oruç Aruoba tarafından çevrilmiştir. Oruç Aruoba aynı zamanda ülkemizdeki nadir Wittgenstein uzmanlarından birisidir.

Oruç Aruoba, Nietzsche’nin “Deccal Hristiyanlığa Lanet” isimli eserini çevirdiğinde 1980 askeri darbesine ve YÖK’e karşı çıktığı için akademisyen kimliğini bırakmıştı. Derin felsefe üzerine düşünceleri onu Pistemoloji, Etik, Hume, Kant, Kierkegaard, Nietzsche, Marx, Heidegger ve Wittgenstein üzerine çalışmalar gerçekleştirmeye itti. Aruoba, bu çalışmalarını ölümüne kadar sürdürerek insanlık tarihine yön verene felsefi konuları Türkiye’de toplumun içine yerleştirmeyi başardı.

12 Eylül faşizminin eğitimde bıraktığı etki için en doğru tespitleri yapmıştır;

“… Okullara 12 Eylül’den sonra bomboş kafalar geliyor. Bence Türk toplumu 12 Eylül’den şöyle bir sonuç çıkardı: Bunlar ne yaptılar? Düşündüler. Düşününce ne yaptılar? Bir ideolojiye sahip oldular. Bir ideolojiye sahip olunca ne yaptılar? Başka türlü düşünenleri öldürmeye başladılar. O zaman geriye dönelim. Düşünme. Düşünürsen ideolojin olur, ideolojin olursa öteki ideolojiden olanları öldürürsün. Bu da çıkar yol değil. Sonu yok. Vazgeç. Böylece düşünmekten vazgeçtik.”

Yazdığı şiirlerle Nietzsche ve Wittgenstein’ ın düşüncelerini şiir dünyasının içine kazandırmayı başardı. Melih Cevdet Anday bir yazısında; ‘’Türk toplumundaki felsefe eksikliğini Türk şiiri gidermiştir’’ der. Felsefi bakış açısı ile Oruç Aruoba, Anday’ ın düşüncelerini doğrulamıştır. Murathan Mungan kendisi için şöyle söylerdi: “İşim kelimeler benim. Sahte alçakgönüllülüğe gerek yok: Türkçe’nin saçlarını tarayan, tarayabilen yaşayan üç-beş yazardan biriyim. İçimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatmaya çalışan adamdır yazar dediğin.” …

Oruç Aruoba için ‘tek yol’ diye bir kavram yoktu. Her yolu insan beyninin içindeki süzgeçten geçirmeli, her fikirden aldıklarıyla kendi öz fikrini beslemelidir. Çelişkileri de olmalıdır insanın. Kendisine, hayata, felsefeye dair çelişkileri var edecektir insanın içindeki benliği. “Zilif” adlı eserinde şöyle der;

“Dünya ne ise oydu; ben de ne isem o oldum,
uyuşamadık.
Hepsi bu.”

Asos’ta yirmi küsür yıldır yapılan felsefe günlerinde daimi konuşmacı olarak yer alan düşünür, insanlara yaşadıkları hayatın karmaşasını düşünsel olarak çözmeye gayret göstermiştir. Türkiye’nin içine düştüğü karanlık günlere bakıp Oruç Oruoba için yazılacak söylenecek çokça cümle var. Ölümünün 3. yılında, kendisini büyük bir özlemle anarken, bir yandan da ‘’Hayal ile gerçeklik ilişkisi, bir güçlülük ilişkisidir: Hangisi daha güçlüyse, öteki, ona boyun eğer.’’ sözü aklımdan çıkmaz. Ama“Felsefe direnmektir, dünyaya.” diyerek noktayı koyar. Fikirleri doğrultusunda direnmeye devam edeceğiz…

yasam.kaya@gmail.com