La La Land (2016): “Hollywood’un Rüyası mı, Gerçeğin Hüznü mü?” / YAŞAM KAYA

Damien Chazelle’in La La Land’i (Aşıklar Şehri), Los Angeles’ın parıltılı ışıkları altında, cazın ritmiyle dans eden bir modern müzikal. Ryan Gosling’in canlandırdığı Sebastian ve Emma Stone’un hayat verdiği Mia, hayallerinin peşinde koşan iki sanatçının kesişen yollarında, aşkın, tutkunun ve fedakârlığın hikâyesini anlatıyor. Film, 14 dalda Oscar adaylığı ve 6 ödülle, Hollywood’un kendi mitolojisini yeniden yaratma çabasının bir yansıması. Peki, La La Land, klasik müzikallerin büyüsünü çağdaş bir duyarlılıkla buluşturabiliyor mu, yoksa nostaljinin gölgesinde bir yüzeysellik tuzağına mı düşüyor? Film 25 Temmuz 2025 tarihiyle Türkiye’de yeniden vizyona girerken, 9 sene önceki düşüncelerle bugünü yeniden kıyaslamakta fayda var.

Görsel Şölen ve Nostaljik Dokunuş

La La Land, ilk sahnesinden itibaren seyirciyi bir görsel şölene davet ediyor. Los Angeles’ın trafik kaosunda geçen açılış dansı, renklerin ve koreografinin uyumuyla, adeta bir Broadway sahnesini sinema perdesine taşıyor. Linus Sandgren’in sinematografisi, pastel tonlar ve altın sarısı ışıklarla, Hollywood’un altın çağını anımsatan bir atmosfer yaratıyor. Griffith Rasathanesi’nde yıldızların altında dans eden Mia ve Sebastian’ın sahnesi, Jacques Demy’nin The Umbrellas of Cherbourg’una selam gönderirken, seyirciyi romantizmin büyüsüne kaptırıyor. Bu estetik başarının, filmin seyirciyle kurduğu duygusal bağın temel taşı olduğunu söyleyebilirim. Ancak, bu görsel zenginlik, zaman zaman hikâyenin önüne geçiyor; sanki Chazelle, sinema büyüsünü yaratmak için içeriği bir nebze feda etmiş.

Cazın Ritmi ve Anlatının Kalbi

Filmin müzikleri, Justin Hurwitz’in imzasını taşıyor ve “City of Stars” ile “Audition (The Fools Who Dream)” gibi parçalar, hikâyenin duygusal derinliğini güçlendiriyor. Sebastian’ın caz tutkusunu merkeze alan film, bu müzik türünü bir metafor olarak kullanıyor: özgürlük, tutku ve bireysellik. Ancak, cazın tarihsel ve kültürel bağlamı, filmde yüzeysel bir romantizmle işleniyor. Chazelle’in cazı bir estetik araç olarak kullanması, müziğin Afro-Amerikan kökenlerine ve toplumsal mücadelelerine yeterince saygı göstermiyor. Bu, filmin en büyük eksikliklerinden biri; zira caz, yalnızca bir aşk hikâyesinin fon müziği olmaktan çok daha fazlasını hak ediyor.

Aşk, Hayaller ve Fedakârlık

La La Land’in asıl gücü, aşk ile bireysel hayaller arasındaki çatışmayı işleyişinde yatıyor. Mia ve Sebastian, birbirlerinin tutkularını ateşlerken, aynı zamanda kendi yollarında ilerlemek zorunda. Film, klasik Hollywood müzikallerinin “mutlu son” vaadine meydan okuyor; finalde, seyirciyi tatlı bir hüzünle baş başa bırakıyor. Bu acı-tatlı son, her zaman takdir ettiğim türden sinemasal bir cesaret: gerçekçi, duygusal ve hayatın karmaşıklığına sadık. Mia’nın son sahnedeki performansı, Emma Stone’un gözlerinde beliren kırılganlık ve kararlılık, filmin duygusal zirvesi. Ancak, hikâyenin bazı anları, özellikle Mia ve Sebastian’ın tesadüfi karşılaşmaları, klişelere yaslanıyor. Bu, filmin özgünlük iddiasını zedeliyor ve seyirciyi, anlatının samimiyetine dair sorgulamaya itiyor.

Toplumsal Bağlam ve Modern Masal

La La Land, Hollywood’un kendi mitolojisini yüceltirken, modern çağın bireysel mücadelelerini de yansıtıyor. Los Angeles, hayallerin şehri olarak, hem bir umut merkezi hem de başarısızlıkların mezarlığı. Film, bu ikiliği ustalıkla işliyor; ancak, toplumsal cinsiyet dinamikleri veya kültürel çeşitlilik gibi konularda yeterince derinleşmiyor. Filmin bu noktada daha cesur bir tavır sergileyebileceğini düşünürdüm. Örneğin, Mia’nın oyuncu olma yolculuğunda karşılaştığı reddedişler, kadınların endüstrideki mücadelelerine dair daha keskin bir yorum sunabilirdi.

Son Söz

La La Land, görsel ve işitsel bir şölen olarak, sinema sanatının büyüsünü yeniden canlandırıyor. Chazelle, klasik müzikallere modern bir yorum getirirken, aşk ve fedakârlık temalarını etkileyici bir şekilde işliyor. Ancak, cazın yüzeysel temsili ve hikâyedeki bazı klişeler, filmin derinliğini sınırlıyor. La La Land, seyirciyi hem nostaljik bir rüyaya davet eden hem de gerçekliğin hüznünü hatırlatan bir yapım. Sinema, bazen kusurlarıyla da güzeldir; La La Land, bu kusurları kucaklayarak, seyircinin kalbine dokunmayı başarıyor.

yasam.kaya@gmail.com