David Fincher, yönetmen olarak ilk kez 1985’te Rick Springfield’ın yer aldığı The Beat of the Live Drum adlı belgeseli yönetirken, çocukluk yıllarında hayranı olduğu Paul Newman ve Robert Redford’un oynadığı Sonsuz Ölüm filmindeki gibi kendisine has bir çıkış yakalamanın peşindeydi. Belki de yönetmen olarak George Roy Hill’ın sıradışı film anatomisini incelediğimizde Fincher Sineması için ‘yönetmen-oyuncu’ ilişkisinin neden önemli olduğunu anlarız. Roy Hill, Five filminde ‘karakter oyuncusu’ diyebileceğimiz Sharon Gangs ve Michael Sacks ikilisini oynatıp, bilim-kurgu alanında ‘efekt-teknoloji’ çağrışımlarını oyuncuların üstün rol yetenekleriyle çözümleyebildi. The Sting filminde ise yönetmen yine Paul Newman ve Robert Redford ikilisiyle çalışıp, kafasında şekillenen oyunculuk modelini çektiği filmleriyle buluşturmayı başardı. Sinemada özellikle popüler kültür angajmanından sıyrılan yönetmenler için çalıştıkları isimlerin popüler kültürden gelip gelmemesi o kadar önemli değil. Gişe filmleri haricinde ‘yönetmen-oyuncu’ ilişkisini irdelediğimizde karşımıza ilginç sonuçlar çıkıyor. Tarz ya da ilke diyebileceğimiz ‘rol-model’ skalasının ötesinde, başarı grafiklerinin çıkış yakaladığı birliktelikler dünya film tarihine kalıcı izler bırakabilmiştir. Ridley Scott – Russel Crowe, Martin Scorsese – Leonardo Dicaprio, Steven Spielberg – Tom Hanks birliktelikleri ustalaşmış isimleri yanyana getirirken, David Fincher – Brad Pitt birlikteliği ise iki acemi sinema sanatçısının yükselişini simgelemiştir. ‘Bebek Yüzlü Oyuncu’ adıyla Hollywood dünyasına adım atıp, yakışıklı rollerin peşinde koşmak istemeyen Brad Pitt bir yanda, sıradışı metinleri gerçekçi isimlerle beyazperdeye aktarma hayalindeki David Fincher diğer yanda dursun, bizler bu ikilinin sinema birlikteliğinin ilk adımlarından son yolculuklarına kadar geçirdikleri evreleri inceleyelim. David Fincher Sineması oluşurken, yönetmenin neden kendisine Roy Hill’ı örnek aldığına detaylarıyla bakalım.
1989’da “Cutting Class” isimli düşük bütçeli bir yapımda rol alıp, 1991 yılında People Magazin’in kendisini “Dünyanın En Seksi Adamı” olarak tanıtmasına neden olacak “Thelma & Louise”deki on beş dakikalık rolüyle Hollywood’a hızlı bir giriş yapan Brad Pitt, rol yeteneğinin öne çıktığı yapımlarda görev almak istediğini ayanbeyan tüm dünyaya duyurmuştu. Oyunculuk anlamında kariyerini zayıf bulan yakışıklı aktör, seks objesi imajından sıyrılmak adına bu tarz yapımlardan gelen teklifleri reddetmeye başladı. The Rolling Stones, Billy Idol, Madonna, Paula Abdul, Aerosmith, Nine Inch Nails, Rick Springfield, Steve Winwood, Neneh Cherry, George Michael, Michael Jackson gibi ünlü müzik yıldızlarına ‘klip’ çekerek yönetmen olarak varlığını gösteren David Fincher ise, 1992 yılında çektiği ‘Yaratık‘ filmi ile ‘özel efekt’ kullanım alanında Oscar’a aday olacak fakat filmndeki düşük kalitedeki oyunculuklar için eleştirmenlerden epeyce olumsuz cümleler duyacaktı. Brad Pitt kariyeri için sağlam bir senaryoda sağlam bir rol kapmanın peşine düşmüş, Fincher da bir türlü yakalayamadığı çıkışını ‘karakter oyuncusu’ genç bir isimle yukarıya çekmek istemektedir. İşte 1995 yılında ikilinin biraraya gelmesinin nedenleri diyebileceğimiz olaylar silsilesi böyle gelişirken, sinema alanındaki iki ‘acemi’, gelecek vaat eden film birlikteliklerine, senaryosu Andrew Kevin Walker’ın yazdığı 1995 yılındaki ‘Seven‘ ile başlar. David Fincher’ın ilk profesyonel filmi olarak göze çarpan ‘Seven’ Hıristiyanlık’ta ‘Yedi Ölümcül Günah’ olarak geçen konu bütünlüğünden yola çıkılarak yazılmış müthiş bir gerilimdir. Yönetmen ‘Yaratık’ filmindeki oyunculuk anlamındaki hayal kırıklığını bu filminde yaşamamak için usta oyuncular Morgan Freeman ve Kevin Spacey ile çalışmayı uygun bulmuş ve yapımın en etkili rolü ‘Dedektif David Mills’ rolünü de Brad Pitt’e teslim etmiştir. Fincher Sineması’ nın aradığı taze kan Brad Pitt’in heyecanlı ‘karakter rolü’ oynama hevesiydi, desek yanlış bir cümle söylememiş oluruz. Bir seri katilin peşine düşen ‘Dedektif William Somerset’ rolünde Morgan Freeman, Brad Pitt’i kendi ustalığı etrafında pişirirken, yönetmen Fincher yakaladığı ışığı nokta atışı yapar gibi, en güzel role oturtabildi. Sonuçta ‘En İyi Kurgu’ alanında Oscar’a aday olan film, 300 milyon Dolar hasılat elde ederek yönetmene ve Pitt’e Hollywood’un kapılarını sonuna dek açmıştır. David Fincher bu filminden sonra çarpıcı işlerin yönetmeni olarak lanse edilmiş, Brad Pitt ise ‘seksi erkek’ rollerinden kurtulup artık rahatlıkla ‘karakter oyuncusu’ olabileceğini tüm dünyaya kanıtlamıştır. Her iki isim için ‘usta’ kavramının kullanılması ise çok sonraki yıllara kalacaktır. Bu ilk etkileşimin verdiği heyecan sinema tarihi açısından unutulmaz birlikteliğin simgesi konumundadır.
