Paribu Art Sahnesi’nde Krek VR’ın “35 Mayıs”ı: Sanal Gerçekliğin Tiyatroyla İmtihanı / YAŞAM KAYA

Paribu Art Sahnesi’nde 17 Aralık 2025’te prömiyerini gerçekleştiren Krek VR’ın “35 Mayıs” adlı yapımı, Türk tiyatrosunun dijital dönüşümüne dair iddialı bir iddia ortaya koyuyor. Gerçi bu deneyim yeni sayılmaz. Pandemi sürecinde dijital tiyatronun tüm unsurları tiyatrolar tarafından kullanılmış, daha sonra adeta unutulmuştu. Berkun Oya’nın hem yazdığı hem yönettiği bu VR tabanlı deneyim, Krek topluluğunun 25 yılı aşkın deneysel geleneğini sanal gerçeklik teknolojisiyle buluşturarak izleyiciyi klasik seyirci konumundan hikayenin aktif bir unsuru haline getirme iddiasını taşıyor. Oya’nın metni ve rejisi, teknolojinin sanatı nasıl dönüştürebileceğini sorgularken, aynı zamanda tiyatronun temel unsurlarını –etkileşim, empati ve hikaye akışı– yeniden tanımlama çabasında. Bu eser, VR’nin immersif gücünü kullanarak tiyatroyu geleceğe taşıyan bir dönüm noktası niteliğinde, ancak formatın kısıtlamaları nedeniyle klasik tiyatro derinliğinden feragat etme riskini de barındırıyor.

Konu bakımından “35 Mayıs”, Berkun Oya’nın imzası taşıyan absürt ve melankolik bir evren. Eser, takvim dışı bir “35 Mayıs” günü etrafında dönen gerçeküstü bir anlatı üzerine inşa edilmiş; zamanın akışını bozan olaylar üzerinden modern toplumun yabancılaşmasını, bireysel izolasyonu ve toplumsal baskıları metaforik bir şekilde işlemiş. Hikaye, yüksek bir konumda başlayan sahnelerle açılıyor; bu, yükseklik algısını vurgulayan bir girişle izleyiciyi hemen sanal ortamın fiziksel ve duygusal meydan okumalarıyla yüzleştirirken, anksiyete uyandıran bir etki yaratmış. Berkun Oya’nın seyirciyi şaşırtma gücü daha ilk sahneden belirgin. Karakterler, günlük hayatın kaotik ritmi içinde aile dinamiklerindeki kırılganlıklarla yüzleşirken, pandemi sonrası (özellikle 5 yıl) dünyanın yalnızlığını ve teknoloji bağımlılığını yansıtan unsurlarla karşılaşıyor. Oya’nın metni, trajik unsurları mizahla dengeleyerek izleyiciyi hem eğlendiriyor hem de rahatsız ediyor; hikaye lineer bir yapıdan uzaklaşarak dallanan yollar ve karar anlarıyla VR’nin interaktif potansiyelini vurgular nitelikte. Bu yaklaşım, empatiyi artıran bir katman eklese de, yaklaşık 45 dakikalık süresi nedeniyle duygusal bütünlükte hafif bir eksiklik hissediliyor – eser, bireysel kimlik arayışını ve normların saçmalığını ustaca sorguluyor, fakat bu temalar sanal ortamda tam olgunlaşma fırsatı bulamamış.

“35 Mayıs” VR teknolojisini metnin omurgası haline getirerek yenilikçi bir yol izliyor; izleyiciyi hikayenin parçası kılan bu yapı, geleneksel tiyatronun pasif gözlemciliğini başka bir boyuta çevirmiş. Hikaye, kısa segmentlere bölünmüş bir akışla ilerliyor – absürt mizah dolu anlar dramatik geçişlerle dengeleniyor, ancak sürenin kısıtlılığı nedeniyle temalar yüzeyde kalma eğiliminde. Oya, Dünyada Karşılaşmış Gibi oyununa selam çakar nitelikte, metni VR’nin 180 derece immersif ortamıyla entegre ederek, izleyiciyi karakterlerin duygusal çatışmalarına doğrudan başarılı biçimde dahil etmiş; bu, empatiyi pekiştiren bir katman sunsa da, kaydedilmiş sahnelerin baskınlığı hikayenin spontan gelişimini sınırlıyor. Sürenin kısalığı, eserin yoğun bir deneyim olmasını sağlıyor, fakat bu aynı zamanda derinlikli bir katarsis fırsatını kaçırma riskini taşıyor – işleniş, teknolojiyi ön plana çıkarırken, klasik tiyatronun uzun soluklu katmanlaşmasını feda ediyor.

Berkun Oya “35 Mayıs”ta teknolojiyi bir araç olmaktan öte, anlatının omurgası haline getirerek vizyoner bir tutum içinde karşımızda. VR formatını seçerek, izleyiciyi hikayenin içine çekme stratejisi, Oya’nın önceki eserlerinde gördüğümüz etkileşim odaklı rejisini dijital bir boyuta evriltiyor; bu, tiyatronun erişilebilirliğini artırırken, aynı zamanda duygusal katmanı zenginleştiriyor. Ses ve görüntü entegrasyonu, metnin melankolik tonunu pekiştiriyor, ancak kaydedilmiş sahnelerin baskınlığı spontan enerjiyi sınırlıyor – Oya, bu kısıtlamayı aşmak için yakın çekimlere dayalı bir estetik kuruyor, fakat bu çekimler karakterlerin en ufak ifadeleri ve kusurlarını (hatta cilt detaylarını) aşırı belirginleştirerek, samimiyeti zaman zaman intrusive bir seviyeye taşıyor. Genel olarak, Oya’nın yönetimi teknolojiyi sanatın hizmetine sunuyor, VR’nin teknik sınırları rejinin akışını zaman zaman kesintiye uğratsa da, sinemayla karışık bir teatral biçim bizler için şaşırtıcı olmuş.

“35 Mayıs”ın en yenilikçi yönü, tamamen sanal gerçeklik üzerine kurulu olan eser, 180 derece immersif bir ortam yaratarak izleyiciyi karakterlerin dünyasına sokuyor; 360 derece detaylı mekanlar, çevresel ses efektleri ve görsel katmanlar, klasik tiyatronun fiziksel sınırlarını aşar durumda. Sinematografik sanat dokunuşları, geleneksel dekorun yerini alarak hikayeyi dinamik kılıyor; bu, tiyatronun mekansal algısını dönüştüren bir başarı. Ancak, formatın önceden kaydedilmiş doğası, sahneleme akışını statikleştirebiliyor – immersif yapı duygusal derinlik sunsa da, gerçek zamanlı etkileşim eksikliği yapımın tiyatro kimliğini sorgulatıyor.

Oyunculuk performansları, VR’nin meydan okumalarına rağmen eserin gücünü taşıyan bir ensemble sunuyor. Kadro – Asiye Dinçsoy’un melankolik zarafeti, Çağlar Çorumlu’nun enerjik ama kendisini sürekli tekrar eden mizahı, Erdem Şenocak’ın dramatik derinliği, Fatih Artman’ın gerçekçi dengesi (ki müthiş bir psikolojik oyuncu), Gönül Gezer’in incelikli katmanları, Nebi Tolga Yılmaz’ın akıcı geçişleri, Berkun Oya’nın otobiyografik nüansları ve Cihat Süvarioğlu’nun destekleyici tutarlılığı – mekansal ve şahsi çekimlerde ifadeleriyle parlıyor. Bu uyum, metnin absürt unsurlarını dijital ortamda bile canlı tutuyor, ancak formatın kısıtlamaları spontan nüansları hafifletiyor; kadro, VR’nin teknik sınırlarını aşarak etkileyici bir bütünlük yaratıyor. Park sahnesi, tv görüntüleri, psikolojik bakışlar ve konuşmalar (Fatih Artman’ın mükemmel başarısı) Özellikle Berkun Oya’nın kendi rolü, şiveli ve beyaz atletli bir karakter olarak, eserin absürtlüğünü pekiştiren otobiyografik bir dokunuş katıyor; bu, yönetmenin sahnedeki varlığını metne entegre eden ilginç bir seçim. Öte yandan, Çağlar Çorumlu’nun rolü, kısa süreli kendisini tekrar eden ve insanı bıktıran skeç benzeri oyunculuk yapısı; mizahı enerjik olsa da, bu yaklaşım eserin genel derinliğinden uzak düşerek başarısız bir izlenim bırakıyor – VR ortamında yeterince entegre olamıyor ve yüzeysel kalıyor. Teatral algıdan git gide uzaklaşan bir Çağlar Çorumlu ile karşılaşıyoruz.

Sonuçta, konuyla ilgili çok spoiler vermeden eleştiriyi tamamlamaya çalışırken, “35 Mayıs” Krek VR’ın iddialı bir başlangıcı olarak tiyatroyu yenilikçi bir ufka taşıyor; Berkun Oya’nın psikolojik metni ve şaşırtıcı rejisi, teknolojinin sanatı dönüştürme potansiyelini sergiliyor. Klasik bir sahnelemesi olmayan bir sarsıcı çalışmanın Paribu Art gibi bir mekânda sahnelenmesi, kültürel bir köprü sayılır. VR’nin olgunlaşmaya müsait unsurları ve hikaye derinliğindeki katmanlar, yapımı tam bir başarı çizgisinde tutmuş. 35 Mayıs, tiyatronun geleceğini şekillendiren düşündürücü bir eser.

yasam.kaya@gmail.com