Nuri Bilge Ceylan’dan Üç Saatlik Bir Şaheser! : “Ahlat Ağacı” / YAŞAM KAYA

Nuri Bilge Ceylan’ın senaryosunu eşi Ebru Ceylan ve yazar Akın Aksu ile birlikte yazdığı, ilk gösterimi 71. Cannes Film Festivali’nde gerçekleşen yeni filmi ‘Ahlat Ağacı’ geçtiğimiz gün vizyon girdi. Yönetmenin bu filminde açıkça Tarkovsky film tekniklerini kullandığına şahit olurken, birçok sahnede 1960’lı yılların film tekniklerine kadar ulaştık. Retro havasında, bir gencin kendi iç dünyasında yaşadığı bunalımlarla evine dönüşünü konu edinen ‘Ahlat Ağacı’, üç saat sekiz dakika tek solukta izlediğim bir Nuri Bilge Ceylan şaheseri diyebilirim. Filmin geçmişine doğru yolculuk yapmaya başladığımız zaman karşımıza çok yönlü bir hava çıkıyor. Tüm bunları anlatmadan önce şunu özellikle vurgulamalıyım; filmde yine zayıf bir başkarakter ve o zayıf karakteri besleyen güçlü karakter oyuncularını görüyoruz. Konuda başrolleri Doğu Demirkol, Murat Cemcir, Bennu Yıldırımlar, Tamer Levent ve Hazar Ergüçlü paylaşıyor.

‘Ahlat Ağacı’ nı spoiler vermeden anlatmak gerçekten çok zor. Konuyu kısaca özet geçtikten sonra yönetmenin neler yaptığına değineyim. Sinan adlı karakterin Çanakkale’de üniversitenin sınıf öğretmenliği bölümünü bitirip ailesinin yaşadığı Çan’a dönmesiyle başlayan konu, sonrasında Sinan, İdris ve Asuman arasında gelişen zincirleme psikolojik çatışmalarla ilerler. Emekli olmak üzere olan öğretmen baba İdris yaşadıklarından bunalıp kendisini farklı bir yola vermiştir. Bu durumdan fazlaca rahatsız olan Sinan, babasıyla olan tüm diyaloglarını koparma noktasına kadar getirmiş, annesi Asuman’ nın sevgisine kendisini bırakmıştır. Tüm bu olaylar olurken, üniversitede iken yazdığı kitabı ‘Ahlat Ağacı’ nı bastırmak için hummalı bir çalışmaya girişen genç adam, kitap basarken karşılaştığı olaylarla içinde yaşadığı sistemi sorgulamaya başlar. Sözde topluma karşı duyarlı politikacılar, hayatı sadece ama sadece para kazanma çemberi olarak gören cahiller, eğitimi aşağılayan tipler, yazar olduğunu zannedip sadece kendi egosuna karşı sorumlu olan kişiler, din algısı altında insanların safça duygularını sömüren tüccarlar konuda devamlı karşımıza çıkar. Sinan’ nı gitgide kendisiyle başbaşa kalmasına neden olacak olan olaylar zincirine Hatice adlı kızın sevgiyi bir meta olarak görmesi de eklenince, iyice insanlardan nefret eden bir karakterin artık hayat bağlarını sorgulamasını konu edinen yapımın izleri belirginleşir. Tüm bu olayların sonunda ise, Sinan asker dönüşü hayatının en büyük tokatını yiyecektir. Babasının şehri terk edip köye yerleştiğini öğrenip, hayatında ilk kez kendi ile ilgili en önemli olguyu tartışacak kişinin babası olduğunu öğrenmesi ‘Ahlat Ağacı’ nın muhteşem finalini suratımıza çarpar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şimdi gelelim yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ nın filmde neler yaptığına. Kritiğin başında söylediğim gibi, çekim yöntemlerinde açık açık Tarkovsky tekniklerini bu denli belirgin biçimde kullanmak gerçekten büyük cesaret örneği. 1962 yapımı Ivan’s Childhood filmindeki Andrei Tarkovksy’ nin su kuyusu sahnesinin birebir örneklemle aynen alınması beni filmin içinde büyüledi diyebilirim. Zaten filmdeki konu bütünlüğü Tarkovsky filmindeki metaforlarla inanılmaz benzerlikler gösteriyor. Tabiki ‘Ahlat Ağacı’nda öncelikli olarak Türkiye gerçekleri masaya yatırılmış. Ben senaryodaki psikolojik ve felsefik tartışmaları herşeyin üstünde tutuyorum. Yazar sahnesiyle başlayan, daha sonra birisi pozitivist Müslüman, diğeri ise doğmacı Müslüman olan iki imamın tartışması bizler için olağanüstü bir olay. Bu tartışma yaklaşık yirmi beş dakika sürüyor ve yönetmen tartışma sürerken giden bir motorsikletin geri dönüşünü bize bekletiyor. İşte burayı anlayan kişi için Nuri Bilge Ceylan Sineması’ nın ne olduğu açıkça görülür. Durumu iç etmeden, sadece o andaki olayın akışını perdeye yansıtan usta yönetmen, konudaki sıçramaları çok fazla ciddiye almadan zamanın akışını şimdinin gücüyle beraber irdeliyor.

Nuri Bilge Ceylan, kendi içsel sorgularının tamamını ‘Ahlat Ağacı’ nda gözler önüne serdi. Taşrada menfaate dayalı bürokratik ilişkiler, sadece paraya odaklı sevgi çemberi, yerel kaynaklardan ulusal değerlere ulaşmak isteyen genç yazarın psikolojik çığlığı, ülkedeki işsizlik olgusunun birebir yansıtılması, insanları göründükleri şekli ile yargılama sistematiği (baba İdris’ in at yarışı olayı), gerçek sevginin aslında kalpte gelişen bir olay olduğu (Sinan ile İdris’ in son sahnedeki konuşması) ve su kuyusu metaforundan beraberlik duygusuna ulaşma gayreti konunun içinde inanılmaz eritilmiş. Sinematografik algının o andaki olay bütünlüğü içine katılması ise tek kelime kusursuz. Filmin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, Nuri Bilge Ceylan ile inanılmaz bir iş çıkarmış. Özellikle dalgalanan rüzgar örüntüsünün insan bedeniyle birleştirilmesi tek kelime ile kusursuz! Zaten çekim esnasında oluşturulan sinematografiden bahsetmiyorum bile. Fotoğraf karesi çekimlerinin perdeye yansıması, yönetmenin insan sesi bütünlüğünü elinin tersi ile bir kenara itmesi ve sadece ama sadece doğanın sesini ruhumuza kadar işlemesi üç saatlik konuyu su gibi akıttı. Nur Bilge’ ye oyuncu seçimlerindeki başarısı için ayrı bir parantez açmalıyım. Başrol Sinan’da karşımıza geçen Doğu Demirkol, karakterin ağırlığını çok iyi taşırken, bilinçli biçimde bu karakterin durağan bir rol analizi içinde sunumu konuyu öne çıkarıyor. Ama bana kalırsa Doğu Demirkol ile beraber filmin en iyi oyuncuları İdris’de Murat Cemcir ve Asuman’da Bennu Yıldırımlar. Özellikle İdris’de Murat Cemcir’ in psikolojik rol analizi ayakta alkışlanır. Son sahnedeki babanın duyarlı cümleleri beynimize kurşun gibi işledi. Bu arada konu akarken hayal ile gerçek arasında sunum yapan Nuri Bilge Ceylan, karakterlerin düşsel algısını da filmdeki olayların içine harikulade serpiştirdi.

‘Ahlat Ağacı’ Cannes Film Festivali gösteriminden sonra ayakta on beş dakika alkışlanmış, bana kalırsa değil on beş dakika, bir saat ayakta alkışlansa yine de filmin başarısını anlatmama yetmiyor. Her açıdan kusursuz olan yapım, ülke sinema tarihine adını altın harflerle yazdırdı!

Yaşam Kaya / yasam.kaya@gmail.com