Geçtiğimiz haftalarda başlayan 22. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali , açılış oyunu olarak İtalyan Tiyatrosu’nun seçkin örneğinden bir eserle perdelerini açtı. Festivalde şimdiye dek 5 oyunu izleme şansım oldu. Piccola Teatro Di Miona – Teatro D’Europa iş birliğinde Goldoni’nin ‘Komik Tiyatro’ adlı oyunu açılış oyunu olarak belirlenirken, alışık olmadığımız sahne ve dekor yapısıyla dönemsel bir anlatı İtalya’nın derinliklerinden karşımıza çıktı. Aslında açılış oyunu olarak fazlaca ağır bulduğum gösteri, oyuncuların birbirinden muhteşem çalışmasıyla insanların belleğinde derin izler bıraktı. Şimdiye dek eminim birçok tiyatro seyircisi commedia dell’arte denilen İtalyan tarzı teatral yapıda oyunlarla karşılaşmıştır. Benim öncesinde Bursa Nilüfer Belediye Tiyatrosu’ndan izlediğim Goldoni yorumu halen hafızamdaki mükemmelliğini korurken, İtalya’dan gelen bir grubun kendi kültürünü oynadığı yine aynı yazarın oyunu, ilk bakışta çok naif bir durum oluşturmasa da ‘deneme’ mantığının bünyesinde cesurca bir çalışma olmuş diyebilirim.
Teatro Piccolo ile Carlo Goldoni oyunları, ortaya bambaşka bir topluluk çıkarmış. 1947 yılında, Piccolo’nun açılış sezonunda, yönetmen Giorgio Strehler, Goldoni’nin Avrupa tiyatrosunda bir efsane haline gelen oyunu İki Efendinin Uşağı’nı sahnelemiş. Sekiz yıl önce Piccolo, İstanbul Tiyatro Festivali’ne Goldoni’nin bir başka eseri olan, Toni Servillo’nun sahnelediği ve canlandırdığı, üç yıl süren dünya turnesi boyunca kapalı gişe oynayan Tatil Üçlemesi ile konuk olmuş. Piccolo, yönetmen Roberto Latini’ nin fikir dünyasından hareketle, sahnede cereyan eden bir tiyatro oyununun doğuşunu resmediyor. Ama bu resmediş aslında tiyatro oyununun nasıl olması gerektiği ile ilgili. Sinek vızıltısının metaforunda, akıllardaki cızıltılı sesin sahnede varolma hikayesi, oyuncular ile yönetmeni karşı karşıya getiriyor. Bir oyunun üçüncü perdesinin provasını yapmaya çalışan grup, Yönetmen Latini ile beraber oyun içinde tartışmaların, tiyatro sanatının nasıl olması gerektiğine dair onsekizinci yüzyılda ve günümüzde geçerli pek çok fikrin mukayesesini anlatma peşinde. Eskiyle günümüz teatral kanunlarının arasına sıkışan yönetmen ya da oyuncular, sahnedeki ilginç dekorun üzerinde kendilerini var etme çabasına girişiyor. Tüm bunlar başarılı oluyor mu peki?
Oyunun Goldoni anlatımıyla günümüz modern tiyatro anlatımına göndermelerde bulunduğu aşikar. Fakat açılış oyunu olarak İtalyanca bir tartışmanın tiyatroda bölgesel dar kalıpta kalacağını anlamak lazım. Özellikle böylesi deneysel çalışmaların o kültürde bile yorumlama zorluk derecesinin yüksek olduğunu bilmek gerekli. Seyircinin geçtiğimiz yıllarda insanı ters köşeye yatıran İKSV Tiyatro Festivali açılışlarını hayal ettiğinde, keşke açılış oyunu olarak ‘Pixel’ ya da ‘Gece Sempozyomu’ gibi oyunlar seçilmiş olsaydı. Akıcılıktan uzak, tamamen bedenin ritmine dayalı, sözel anlatımın çok geride kaldığı ‘Komik Tiyatro’, Goldoni’ye bir şey katmadığı gibi, açılış gecesinde biz tiyatro kitlesine yönelik aktardıkları da havada kaldı. Sinek vızıltısı benim kulağımda, beynimde kendisine yer bulamadı maalesef.
Gösterideki oynar platformun da konuyla olan bağlantısını anlamakta zorlandık. Commedia dell’arte’nin sembolü Arlecchino’yla İtalyan kültürünün eleştirel tiyatro yapısı içinde olayı anlamaya çalışıyorsunuz . Goldoni Tiyatrosu ile İtalyan Tiyatrosu arasında sıkışıp kaldığım için sürekli ortaya konan misyonun neden tartışıldığını yorumlamaya çalışıyor insan. Aslında oyuncuların performansına diyecek sözüm yok. Yönetmen kendi kültürü için sağlıklı bir proje yürütmüş olabilir, ama bu projenin Türkiye’deki kitle için çokta anlam katmadığı gün gibi ortada. Şimdi seyircinin hükmüne bakarak mı yoksa teatral yapının bilimsel çalışmasını anlayarak mı sahnedeki performansı değerlendirmeliyiz? sorusu ortaya çıkıyor! Bir eleştirmen olarak yIlların verdiği birikimle dahi bu oyunun anlatmak istediğini zihnimde defalarca kez tartışmışsam eğer, klasik tiyatro kitlesinin neler yaşadığını sanırım anlatmama gerek yok. İKSV 22. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, birbirinden muhteşem o kadar çok oyun ortaya koydu ki, ki halen sahnelerde bu oyunlar sürüyor, neden böylesi zor bir gösteriyi açılış oyunu olarak seçiyor? Bunu anlamakta zorlanıyorum. Keza geçtiğimiz yıllarda Godot’u Beklerken oyununda da aynı cümleleri yazmıştım. Festivalin oyun seçme konusundaki ustalığını tartışmam, ama açılış olarak seçilen gösterilere biraz daha dikkat etmek lazım!
Sonuç olarak İtalyan Teatro Piccolo, her anlamda tel tel dökülen yönetmen algısının gölgesinde başarısız bir proje ortaya çıkarmış. Oyuncu performansları dışında, yönetmenin beynindeki tartışmalar bizler için pek anlam ifade etmiyor!
Yaşam Kaya / yasam.kaya@gmail.com