JAZZ MÜZİK İÇİN ÖNERDİĞİM 4 İSİM! / YAŞAM KAYA

Cazın çağdaş sanat disiplinleriyle kurduğu bağ yirminci yüzyıla damgasını vururken, müzikal anlamda belirginleşen çeşitlilik farklı tarzda müzik yapan sanatçılar için olağanüstü çalışmaları ortaya çıkardı. İlk work song’lardan etnik üretimlere, gospelden elektronik müziğe, blues geleneğinden hip-hop’a, klasik tarzdan pop eserlere dek kişisel algının git gide yaygınlaşması jazz müziğin popüler kültürün içinde erimesi adına mükemmel eserleri topluma sundu. İstanbul turnesi kapsamında yıllar önce Türkiye’ye gelen The Three Ladies Of The Blues Babylon’daki konserinde Kilise müziğinden bugünlere geldiklerini, Beyonce’nin Kilise’de başlayan müzik yolculuğunun blues ve jazz ile devam ettikten sonra pop kültüre ulaştığını anlattı. Gerçi birçoğumuz için bilindik bir öyküden bahsediyorum, fakat anlatmak istediğim jazzın kendi içsel bütünlüğüne dahil olan sanatçıların çıkış noktaları birbirinden farklı. Pop kültürün içinde kendisine özgü yer edinen Bruno Mars bile popüler kültür içinde yerini sağlamlaştırdıktan sonra soft jazz diyebileceğimiz tarzda müzikler yapmaya başladı. ‘I was your man’ söylediğimin önemli bir örneği. Konuyu çok dağıtmadan caz müzik adına önemli gördüğüm dört kişiden bahsetmek istiyorum. Giriş cümlelerimde yazdığım gibi müziğin çeşitli dallarından gelen isimler, kendi müzik algılarını, ilk çıkış noktaları olan jazz ile birleştirdikten sonra muhteşem ürünleri bizlerle buluşturmayı başardı. Amerikan jazzının kendi içine kapandığı günleri devrimci anlayışla yıkan Polonyalı, Rus, Çek, Macar, Japon, Hint, Güney Afrikalı jazz sanatçıları dünyayı dolaşarak gerçekleşen devrimin hangi noktalara ulaştığını açık yüreklilikle gösteriyor. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Art News’da yazdığım yazıda ‘Jazzın anavatanı artık ABD değil’ demiş, örneklerle bu söylediğimi anlatmıştım. Şimdi ise Ravi Coltrane Quartet, Raul Midon, Dianne Reevers, Dee Dee Bridgewater isimlerinden yola çıkarak anlattıklarımın ete kemiğe bürünmüş hallerini sizlere sunacağım. Yazdığım sanatçılara değinerek günümüz dünyasının global eksende gösterdiği yenilikçi harmanın, sanatçıların kişisel dünya görüşünü etkilediği gibi, müziklerinin etki unsurunu toplumun tüm kesimine kadar ulaştırdığını anlayabiliriz. Genel anlamda bu isimlere baktığımız zaman, elektronik gitar tekniklerini, trompetin gücünü, saksafonun tınılarını hissederseniz. Müziğin doyumsuz renkleri aynı çatı altında birleştiren jazzın, önümüzdeki günler içinde İstanbul’da Zorlu PSM’de gerçekleşecek konserlerle tarz anlamında kendisini zirveye yerleştireceği kesin.

Ravi Coltrane Quartet

Caz tarihinin efsane müzisyeni John Coltrane’ ın oğlu olan Ravi Coltrane, geçtiğimiz yıllarda Türkiyeli jazz severlerin karşısına geçerken, bizler de sanatçının biraz özgeçmişine, yaptıklarına, müzikal tarzına bakalım. Ravi Coltrane’in annesi Alice’e, John Coltrane’in ikinci eşi Alice Coltrane ünlü bir caz piyanisti, org ve harp sanatçısıdır. 1965’te McCoy Tyner, Coltrane’in grubundan ayrılınca, Alice onun yerini aldı. Grubun “Live at Village Vangurad Again!” ve “Live in Japan” konserlerinde bulundu. Sanatçının babası Hindu dinleri ve İslamiyet üzerine araştırmalar yapan, mistik inanışları güçlü bir isimdi. 2007’de yaşama veda eden sanatçı, kırk yıllık kariyerinin sonucunda kendisi gibi jazz müzik üzerine önemli üretimler gerçekleştiren oğlu Ravi’yi yetiştirmeyi başarmıştır. Gerçi babası öldüğünde Ravi henüz iki yaşında olmasına rağmen, babasının izinden giderek Saksafoncu, grup lideri, besteci, prodüktör ve bağımsız plak şirketinin kurucusu olmayı başardı. 2005 yılında Hindistan’da Hintli sitar ustası Ravi Shankar ile aynı sahneyi paylaşıp konser vermesi dünya jazz tarihinin unutulmazları arasında sayılır. En bilindik albümü ‘Blending Times’ın rüzgarıyla jazz dinleyicisinin kalbinde taht kuran sanatçıyı dinlerken doğu mistisizminin jazz ile nasıl buluştuğuna dikkat etmelisiniz.

Raul Midon

Kendine has ve deneysel vokal ve perküsif gitar teknikleriyle ün kazaan Raul Midon, şarkı yazmaktaki ve gitarını kullanmaktaki ustalığıyla tanınır. Arjantinli dansçı bir babanın ve Afrika-Amerika kökenli bir annenin oğludur. ABD’de Arif Mardin’ in keşfedip jazz piyasasına sunduğu görme engelli sanatçı, Herbie Hancock ve Stevie Wonder gibi efsanelerle çalışıp, Queen Latifah, Snoop Dog ve Jason Mraz’ ın albümlerinde de yer aldı. State of Mind (2005), A World within a World (2007) ve Synthesis (2009) albümlerini tüm dünya tanırken, kariyeri boyunca yedi albüm kaydetti. Invisible Chains – Live from NYC 2012’de piyasayaya çıkan albümü, sanatçının canlı konser kayıtlarından oluşmuştur. Stevie Wonder ekolünün izinden giden Raul, pop kültürde, hip hop tarzının etkin kullanımında söz sahibi başaran bir isim. Snoop Dog ile stüdyo çalışmaları yapması kariyerinde önemli yer teşkil eder.

Dianne Reeves

Virtüözitesi, eşsiz caz ve R&B stilleriyle üst üste 3 defa “En İyi Caz Vokal Performansı” dalında Grammy ödülüne layık görülen tek isim Dianne Reeves, jazzın rivası olarak adını dünya jazz tarihine altın harflerle yazdırmıştır. Vokalist bir baba, trompet çalan bir anne ile müzikal genlere sahip olan Dianne Reeves, küçüklüğünde piyano dersleri alarak müziğe ilk adımlarını atmış ve 16 yaşında Clark Terry ile tanışması ve trompetçinin kendisinin mentoru haline gelmesiyle vokal kariyerindeki en önemli başlangıcı yapmıştır. Üniversitede iken Latin Amerikan müziğine ilgi duyan vokalist, dünya müziğiyle hep yakından ilgilenerek farklı vokal tekniklerini incelemeye başlıyor ve 1977 yılında ilk albümünü kaydeden Reeves, 1987 yılında Blue Note/EMI etiketiyle albüm çıkaran ilk vokalist oluyor. “Seyirciler en ince detayı canlı olarak farkeden aktif dinleyicilerdir” diyen Reeves’in 20′ye yakın albümü bulunuyor. Sarah Vaughan gibi birçok büyük vokalistin günümüzdeki en önemli temsilcisi olarak nitelendirilen Reeves, caz tarihin en önemli kadın ismi sayılmaktadır.

Dee Dee Bridgewater

Genç yaşta jazz müziği ile tanışan sanatçı, 16 yaşındayken Rock ve R&B müzik tarzı olan bir grubun üyesi olmuştur. Motown Records’un başlangıç yıllarında daha çok Pop sanatçısı olarak bilinmiş, fakat bu dönemin sonunda sanatçı için pop hayallerinin sonu olmuş, caz müzik dönemi başlamıştır. Üstün ses kalitesiyle 1969 yılında Illions Üniversitesi’nde üniversitenin caz orkestrasının şefi olan John Garvey’in dikkatini çekmeyi başaran Dee Dee, 1971 yılında Thad-Jones-Mel Lewis Orkestrası’na katılmıştır. Bu yıllarda Dizzy Gillespie, Sonny Rollins, Dexter Gordon ve Max Roach gibi sanatçılar ile çalışma şansını yakalamış ve 1974’te The Wiz Müzikali’ndeki rolüyle Tony Ödülü’nü kazanmıştır. Sanatçının pop kültüründen gelen müzikal birikimi, albümlerinin çıkış kaynağı olurken, popüler kültür içinden gelen dinleyicilerinin kalbinde taht kurduğunu söyleyebiliriz. 1997 yılında ‘Ella Fitzgerald’ adlı albümü ile 2 Grammy Ödülü birden kazanan Dee Dee’yi dinlediğinizde kendinizden geçeceğiniz kesin!

yasam.kaya@gmail.com