Girit’ten sonraki ikinci büyük ada olan Şövalyeler Adası Rodos, tadı damağımda kalan lezzetleriyle, tanıştığım samimi insanlarıyla ve her biri başka güzellik sunan koyları, kasabaları, sarımtırak taş evlerin sıralandığı sokaklarında geçirdiğim öğle sonralarıyla, beş duyuma da hitap etti. 1888 yılından beri Unesco Dünya Kültür Mirası’nda yer alan Rodos’u keşfetmeye Eski Şehir’den (Old Town) başlıyorum. Adanın mimarisinde, 400 yıl boyunca adada hüküm sürmüş Osmanlı’nın etkileri hemen göze çarpıyor. Eski Şehri çevreleyen surların 12 kapısının herhangi birini başlangıç noktası olarak belirleyerek, şehrin meydanlara açılan parke taşlı labirent sokaklarında, haritaya bağlı kalmadan evlerinin önünde laflayan ada halkıyla selamlaşarak yürümek oldukça keyifli.
Rodos’un en önemli yapılarından, etkileyici gotik mimarisi ile bir Ortaçağ sarayı olan Ustalar Sarayı (Grand Master’s Palace), bu adada ilk durağım oluyor. 14. yüzyılda yönetim amacıyla Rodos Şövalyeleri tarafından yaptırılmış olan Ustalar Sarayı’nın ana kapısından çıktıktan sonra, Şövalyeler Caddesi’nin (Ippoton) adeta zamanda donmuş atmosferini soluyarak yürüyorum. Ippoton’un sonunda varılan meydanda ise 15. yüzyılda ilk olarak şövalyelerin hastanesi olarak yapılmış Arkeoloji Müzesi’nde, Helenistik Dönem ve Klasik Yunan Dönemi’nden büyüleyici parçalar arasında, müzenin koridorlarında ve bahçesinin huzurlu köşelerinin serinliğinde, öğle güneşinin duvarları gittikçe kızıştırdığı saatleri geçiriyorum.
Rodos’a günübirlik uğrayan cruise gemilerinden dolayı, öğle ve sonrası saatlerde Sokratous Caddesi turist akınına uğruyor. Restoranlar, tavernalar ve hediyelik eşya dükkanları bu kalabalıktan memnun olmalı. Cruise’lerin limandan ayrılma saatleri yaklaşıp, etraftaki kalabalık azaldıkça, ada tekrar kendi ritmini buluyor.
Akşamüzeri, yel değirmenlerinin ve birbirine paralel sütunlar üzerinde Rodos’un simgesi olan alageyik heykellerinin bulunduğu limanda güneşi batırıyorum, ancak gün bitmiyor. Asıl eğlence geceleri başlıyor.
Güneşin, ardında kızıl bir ton bıraktığı saatlerde Eski Şehir’in siluetinin enfes bir şekilde gözler önüne serildiği Alexis Four Seasons restoranın teras katında, marinadan başlayarak kalenin surları, Sokratous Caddesi’nin ışıkları, kızıl tonlarındaki ufuk çizgisinde etkileyici bir görüntü oluşturan kilise ve minare silüetleri ile kesintisiz devam eden büyüleyici manzarayı izliyorum. Bu büyüleyici atmosferden midir bilinmez, bir kadeh buz gibi uzo, rakıya bir türlü alışamayan damağımda kendine yer buluyor.
İkinci gün rotam, adanın güneyinde yer alan Lindos antik şehri. Daracık dik sokaklarını tırmanıp, nefis manzaraya sahip Akropolis’e vardığımda, kuşbakışı manzara ve kapalı bir koy olan St. Paul’un çivit mavisi suları aklımı başımdan alıyor. Akropolis’in sayısız basamağını tırmandığım için adanın en güzel plajları arasında yer alan Lindos Plajı’nda biraz keyif yapmayı hakettim. Ayrıca Lindos’a giderken Anthony Quinn koyunun büyüleyici mavisinin ve berrak sularının tadını çıkarmayı da atlamamak gerekiyor. Pekçok otelin bulunduğu Faliraki bölgesi de adanın en iyi kumsallarından birine sahip.
Gelelim lezzetlere…
Guardian’ın ‘Dünyanın En İyi Restoranları’ arasında gösterdiği Ta Kioupia’da bir yemek ile başlayan Rodos seyahatimdeki tek dezavantaj, bu restorandaki damak zevkimi epey yükselten lezzetlerden sonra, kolay kolay her restoranı beğenmiyor olmam. Yunan Mutfağı’nın otantik ve geleneksel tarifleri, samimi ve rahat ortamı, Türkçe konuşan ilgili ve misafirperver restoran işletmecileri ve çalışanları ile Ta Kioupia favori adresim oluyor.
Şef Vangelis Koumbiadis’in Keftedes & Wedding Rice (Köfte ve Düğün Pilavı) tarifi ise ‘Dünyanın En İyi Şefleri’ yarışmasında 800 tarif arasında birinci seçilmiş. Nefis lezzetleri, sevimli işletmecileri, garsonları ve ahçısı ile Rodos’taki en güzel anlar arasında yerini alan Ta Kioupia, adaya tekrar gelmek için yeterli bir sebep.
Rodos’a 2-3 gecelik bir ‘long weekend’ planlamak da olası, ancak kıyılardan iç kesimlere uzanan gerçek Yunan köylerinin atmosferinde tembel öğle sonraları geçirmek, her gün bir başka koyda denize girmek ve adalara özgü zamanın yavaşlığında kaybolmak için biraz daha fazla zaman ayırmak, keyfekeder zamanlar istiyor. Adalar hayatın tam da olması gerektiği gibi geçtiği, zamanın uçup giderek değil de hissedilerek aktığı, enerjisi özel yerler…
Rodos’ta da diğer adalarda, şehirlerde olduğu gibi kendimi ayaklarımın rehberliğine bıraktım. Siz de Sokratous Caddesi’nin turist kalabalığını ve hediyelik eşya dükkanlarını arkanızda bırakıp, sessiz sakin kapı önlerinde çamaşırların asılı olduğu ara sokaklara girin, o sokaklardaki açık kapılı evler tembel öğle sonrası saatlerini yaşarken, Rodos’un duvarlarına sinmiş binlerce yılın hikayesine kulak verin. Döndükten sonra damağınızda kalan tatlar; enfes mavi yeşil koylar; antik çağlardan beri duvarlara ve surlara katman katman sinmiş adanın enerjisi; her an sizi bir kez daha yollara düşürebilir, tıpkı benim gibi…
Olmazsa Olmaz; Alışveriş
Rodos’u bir alışveriş cenneti olarak tanımlamak yanlış olmaz. Zeytinyağları, sabunlar, şövalye maskeleri ve objeleri, elişi örtüler, deri sandaletler, renkli hediyelik eşyalar dükkanları dolduruyor. Sokratous Caddesi ve ara sokaklarda yer alan yüzlerce hediyelik eşya dükkanında birbirine benzeyen pekçok ürün arasında bir süre sonra farklı alternatifler görmek isterseniz, modern hediyelik eşya ve takı dizaynları için ‘My Greek Me’ye göz atabilirsiniz. Gallery Sagini’nin sahibesi İstanbul aşığı Georgia ile keyifli bir sohbet yaparken el yapımı takılara bakabilir, Sokratous Caddesi üzerinde yer alan Olive Oil Center’ın nazik sahibinden mastic (damla sakızı) ve Yunanlılar’ın geleneksel içkisi uzo’dan alabilirsiniz. Old Town’ın ara sokaklarında yer alan bakır ve ahşap işleri yapan dükkanları da gözden kaçırmayın.
Restoran Önerileri
Geleneksel Yunan tavernaları arasında Old Town’ın en iyi adresleri olan Ta Kioupia, Nireas, Romios, Fotis, Pizanias ve Ta Petaladika yer alıyor.
Yemek sonrası ise Yunan tavernalarına alternatif olarak modern atmosferi ve dizaynıyla Macao, adanın ağırlıklı olarak genç nüfusunun tercih ettiği popüler mekanlar arasında. Macao’nun önünde mum ışıklarının aydınlattığı meydanda yer alan Mozaik Bar ise Alaçatı sokaklarını andıran havasıyla oldukça romantik