2021 Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan ve 2022 César Ödülleri’nde epeyce başarı elde eden, Fransız yönetmen Xavier Giannoli’nin Balzac’ın aynı adlı romanından uyarlaması olan Illusions Perdues’u 41. İstanbul Film Festivali’nde izleme şansı elde ettim. Tarihsel dramaların sinema dünyamı sıkmasını bir kenara koyarsak, aşk ve sanat tutkusu için Paris’e taşınan genç bir adamı Benjamin Voisin’in başrolde canlandırıyor olması beni tamamen filmin içine çekti.
Kritiğe başlarken öncelikle belirteyim, Giannoli’nin filminden tamamen büyülendim. Yıldız performansları, dramatik orkestra müziği ve zengin kostüm ve set tasarımı ile Illusions Perdues; aşk, şehvet ve edebi tutkunun değerli, kapsamlı bir anlatımıdır. Balzac’ın üç bölümden oluşan seri romanını uyarlamak kolay bir iş değil – altı yıl boyunca yazılan bu geniş hikaye birçok hareketli parça içeriyor. Bu, ekrana çevrildiğinde sıkıcı ve öngörülebilir olma riskini taşıyan uzun, tersine çevrilmiş bir kahramanın yolculuğudur (genç bir adam küçük kasabasını yalnızca başarısız olmak için terk eder). Giannoli, Balzac’ın ürkütücü öyküsü ile çağdaş yaşam arasındaki tematik benzerlikleri vurgulayarak ve alay ederek bu tuzaklardan kaçınıyor.
Güneybatı Fransa’da küçük bir kasaba olan Angoulême’de baygın gözlü sarışın bir çocuk olan Lucien Chardon (Benjamin Voisin) ile tanışıyoruz. Gün boyunca bir matbaada çalışır, ancak geceleri gizli sevgilisi aristokrat Madame Louise (Cécile de France) için duygusal (ve bazen seksi) şiirler yazar. Bir taşra kasabası olan Angoulême’de Lucien’in şiiri nispeten iyi karşılanır. Louise onun bir dahi olduğunu düşünüyor, ailesi onun yeteneğini takdir ediyor ve bu destekle Lucien ünlü olmasının sadece an meselesi olduğunu biliyor.
Lucien’in Madam Louise ile yasa dışı ilişkisinin haberi duyulduğunda, genç sevgilisi ile Paris’e kaçar. Kötü tasarlanmış planları, küçük kasabalarından önemli ölçüde farklı bir dizi sosyal kural tarafından yönetilen metropole vardıkları anda başarısız olur. Louise ve Lucien’in, aynı Parisli sosyal çevrelerin yörüngesinde dolaşmayı bir kenara koyduktan sonra, birlikte aynı ortamda görülemeyeceklerini hemen anlıyorlar. Annesi fakir bir aristokrat olan Lucien, sevgilisi ve onun işbirlikçisi nüfuzlu kuzeni Marquise d’Espard (harika bir şekilde Jeanne Balibar tarafından canlandırılıyor) ile ilişki kuracak sermayeye sahip değil. Operadaki, özellikle utanç verici bir geceden sonra Louise, Lucien’e birbirlerini bir daha asla göremeyeceklerini söyler.
Kalbi kırık ve beş parasız olan Lucien şimdi acımasız şehirde tek başına nasıl hayatta kalacağını düşünürken, işte tam olarak film burada başlıyor. Lucien Paris’te sermaye kurallarının olduğunu çabucak öğrenir: Herkesin ve her şeyin bir bedeli vardır. Giannoli, bu açgözlülüğü, rakiplerinin şovlarını sabote etmeleri için profesyonellere para ödeyen veya sahte alkışlar başlatarak kendi performanslarının başarısını garantileyen aktrisler de dahil olmak üzere, toplumun her alanında geçen heyecan verici olayları para sahtekarlığı ile yansıtıyor.
Yapım tasarımcısı Riton Dupire-Clément ve kostüm tasarımcısı Pierre-Jean Larroque’un yardımıyla Giannoli, fevkalade kaotik bir Paris inşa ediyor. Yönetmen, kralcılar tarafından giyilen gösterişli cüppelerin detaylarına, Lucien’in ilk harap dairesinin iç mekanlarına ve kendine bir yer bulduğunda katıldığı gürültülü partilere etkileyici bir ilgi gösteriyor.
Lucien, ilk işi üniversite öğrencilerinin uğrak yeri olan bir lokantada masaları dolaşmak yoluyla çalışırken liberal eğilimli bir gazetede yazması için onu tutan küstah Lousteau (Vincent Lacoste) ile tanışır. Saf kahramanımız, sözlerinin geniş çapta okunması fırsatını yakalar ve bu işin şiirinden ödün vermeyeceğine kendini ikna eder. Aslında, kendi kendine bunun şiir koleksiyonunu basmasına yardım edebilecek yayıncıları çekeceğini söylüyor. Lousteau’nun dostluğu, Lucien’in Paris’in farklı bir bölgesini -sol siyasete sahip zanaatkarlar tarafından ve Louise gibi kralcılar için acı bir küçümseme ile yönetilen medyayı- hızlı bir şekilde öğrenmesine yardımcı olur.
Hayat, hızla adını duyuran Lucien’i aramaya başlar. Yükselen edebiyat yıldızı Nathan’ı (Xavier Dolan) yeni bir romanı hakkında kötü yazmakla tehdit ettikten sonra (ama sonra övmeyi seçer) gazetede eleştirmen olur ve tatlı yetenekli bir aktris olan Coralie’ye (Salomé Dewaels) aşık olur.
Sonunda gazete, Lucien’in tüm dünyası olur. Giannoli ve yardımcı yazar Jacques Fieschi, eleştirinin değerini anlamsızlaştırıp, gazetedeki hisse kârlarını artırmakla ilgilenen bir basının tehlikelerine kadar ileri görüşlü konular hakkında yorum yapmak için kahramanları çekinmeksizin kullanıyor. İzleyiciler eminim Giannoli’nin filminin duygusal bağlarını güçlendiren bağlantılarından memnun kalacak. Lucien’in hırs ve zenginlik uğruna bütünlüğünü kaybetmesini izlerken, kapitalizmin çağdaş yaşamda bireyleri nasıl tehlikeye attığını görmek son derece üzüntü verici!
Illusions Perdues, büyük ölçüde güçlü oyuncu kadrosu sayesinde başarılı oluyor. Voisin (“Summer of 85″in yıldızı), karakterin statü için artan iştahını, onları harekete geçiren çocuksu fantezileri gözden kaçırmadan somutlaştırarak olağanüstü mükemmellikte bir Lucien canlandırır. Dewaels ve de France’ın dinamik performansları, kadınların sadece genç şairin duygusal gelişimine engel olmamalarını sağlıyor. Kısa da olsa seçimlerini neyin motive ettiğini ve etik ile sosyal sermaye arasındaki çizgiye nasıl ayak uydurduklarını görüyoruz.
Lucien’in hikayesi trajik, tahmin edilebilir bir şekilde sona erse de, bu amaca giden yolculuk bizlere klişe gelmiyor. Illusions Perdues tarihi bir drama olmasına rağmen genç şairin hikayesini günümüz dünyasının duygusal, politik, psikolojin algısına göre aktarmış!
Filme puanım 10 üzerinden 7
Sönmüş Hayaller
Oyuncular: Benjamin Voisin, Cécile de France, Vincent Lacoste, Xavier Dolan, Salomé Dewaels
Yönetmen: Xavier Giannoli
Senaryo Yazarları: Xavier Giannoli, Jacques Fieschi
2 saat 21 dakika